Makale
“Yırtamayan”ların Babası Öldü
Öldüler; önce NeÅŸet ErtaÅŸ, sonra Müslüm Gürses…
Birisi kırların, diÄŸeri kentlerin cepherlerinden yükselen yoksulluk ve yoksunluÄŸun sesleri. NeÅŸet ErtaÅŸ, “Zahidem” ile sevmeye hakkı olmayan yoksulların, çaresizlerin ve kimsesizlerin aÄŸladığı kendilerinden olan bir kucaktı. Müslüm Gürses ise “Ben Hep Yenilmeye Mahkûm muyum”u ile vahÅŸi bir kentleÅŸmenin kaybedenlerinin babası olmuÅŸtu.
Yırtamayanların babası da öldü.
İç ve dış göçünü yönetememiÅŸ, milli gelirini adil olarak dağıtamamış, siyasal örgütlenmesi sınıflı bir yapı öngörmesine raÄŸmen kendisini bütün sınıfların üstünde görerek sınıfsallığı hep inkâr etmiÅŸ, orta sınıfını inÅŸa edememiÅŸ, yandaÅŸ örgütlenmenin büyüttüğü “sonradan görme” güruhundan ihdas etmiÅŸ olduÄŸu “besleme aristokrasi”si ile dar fakat yeter bir siyasal meÅŸruluk kotarmış bir devlet anlayışının besleme aristokrasisi ile birlikte itip kaktığı yığınların, babası öldü.
Tren garlarında, otobüs terminallerinde, işçi pazarlarında, yığın meydanlarında, inÅŸaatlarda, konfeksiyon atölyelerinde, kahvehanelerde, ucuz meyhanelerde, bitirim mekanlarında, dönüp duran Müslüm Baba ÅŸarkıları, “görülen” ile “elde olanın” çatışmasını yaÅŸayan geniÅŸ ve genç yığınların terapisti olmuÅŸtu. Sırrı Süreyya Önder’in ifadesiyle; ‘Darbeden önce, 70'li yıllar. Müslüm, müzik anlamında kendi realitesiyle yüzleÅŸmek yerine, cilveleÅŸen bir kesimin müziÄŸini yapıyor. Çünkü o kesim kendi realitesiyle yüzleÅŸebilse bir tarafına attığı jileti ÅŸah damarına atıp hayatını bitirmesi lazım’. Müslüm Gürses, hırçın, kızgın, kırgın ve kolu kanadı kırılmış kimsesiz bir nesli ÅŸarkıları ile merkezileÅŸtiriyor, yatıştırıyor ve çıkmaz sokakları tek tek gösterirken derinden derine bir umudu da aşılamayı ihmal etmiyordu. Anadolu’nun rafine olmuÅŸ kanaatkârlığını ve çok az ÅŸeyle mutlu olabilmeyi becerebilen gönül geniÅŸliÄŸini ÅŸarkılarına taşıyan Müslüm Gürses, bir neslin mahvolmasını belki de önlemiÅŸtir.
SaÄŸ ve sol kamplaÅŸmasının kör döğüşü içinde canlarını veren binlerce gencin yüzbinlere ulaÅŸmasını önleyen, Müslüm Gürses’in de içinde bulunduÄŸu apolitik bir suskunluktu. Müslüm Gürses, bedelini kendisi ödemediÄŸi hiçbir söylemin içinde olmadığı için suskundu ve bu suskunluÄŸunu da hiç bozmamıştı. Müslüm Gürses, zararı kendisine uÄŸramayan iri söylemlerin bedelini baÅŸkalarına ödeten birçok zevattan daha ahlaklıydı. Ahlak ve ahlaksızlık tartışması içerisinde “yoz” olarak tanımlanan “arabesk” müzik, “melezleÅŸmenin” bir nedeni deÄŸil bir sonucudur.
Türkiye iç göçünü yönetememiÅŸtir. Kırdan kente göçlerin yol açtığı kentsel mekân sorunları, tutarlı bir kentsel kültürün oluÅŸamaması, eÄŸitimdeki nicel ve nitel kalite düşüklüğü, sosyal ve kültürel yabancılaÅŸma, gelir dağılımı adaletsizliÄŸinin yol açtığı sosyal ve siyasal çalkantılar ve bu sorunlar yumağının yarattığı “kimlikler krizi”, mevcutta yaÅŸanan melezleÅŸmenin art alanını oluÅŸturmaktadır. Özellikle özgün bir kent kültürünün, göçler ile bir “kentlileÅŸme” olgusu çerçevesinde üretilememesi, göç edilen kentten ayrı durma, daha çok uluslararası siyasal durumun itkisi ile vuku bulan ekonomik ve sosyal kırılmaların yarattığı güvensizlik duygusu, cemaat örgütlenmesinin üstüne oturduÄŸu dayanışmacı ruhu farklı ifade biçimlerine sokarak kentlileÅŸmenin üretebileceÄŸi “cemiyeti”, krizli, melez ve üst anlatılarda çatışmacı bir yapı haline dönüştürmüştür.
Genç ve özellikle erkek yığınlar toplumuyla birlikte bir kimlik krizi içerisindedir. Daha çok moderne ait olan “kimlik” kavramsallaÅŸtırması, artık karmaşıklaÅŸmış olan dünyaya bir bakış açısını oluÅŸturan ve yaÅŸanılan evreye ait yeniden üretimleri mümkün kılan bir olgudur. Kimlik krizinin, hem bizatihi modernizmin krizli zâtiyeti ile hem de eksik/geç modernleÅŸmenin meydana getirmiÅŸ olduÄŸu süreçsel ve patolojik çıktıları ile direkt ve derin bir ilgisi/illiyeti vardır. Özellikle eksik modernleÅŸme; var olduÄŸu iddia edilen ÅŸekilsel bir modernleÅŸmenin hemen yanı başında var olan modern dışı anlatıların “melezleÅŸmiÅŸ” çıktılarının karmaÅŸasıdır. Daha açık bir ifade ile melezleÅŸme; görülen ya da görülmesini istenen ile yaÅŸanılan yani elde olanın çeliÅŸkisinin birbirlerine eklemlenmeye çalışmasıdır.
Ä°dari birim olarak ÅŸehirde yaÅŸanıldığı iddia edilmesine raÄŸmen yaÅŸanılan mekân ÅŸehir deÄŸil. Åžehirli bir iliÅŸki biçimi geliÅŸtirilememiÅŸ, baÄŸlı bulunan grup normları, ÅŸehir ile birlikte ait oldukları kır yapısında “anlamlı bir yapı” arz ederken, burada yani ÅŸehirde bu durum “anlamını ve iÅŸlevini kaybetmiÅŸ” bir yapıdır artık. Bu durum sosyal psikolojik olarak eski normlarla yeni anlatıları karşı karşıya getirmektedir. Var olduÄŸu iddia edilen modernleÅŸenin iddiaları bir gerçeklik zemininde ete ve kemiÄŸe bürünmüyor. Tamamlanmamış sanayileÅŸme ve sermaye birikimi süreçleri ile küresel rekabetin aynı anda yaÅŸanıyor olması neticesinde oluÅŸan gelir dağılımının adaletsizliÄŸinin en katı hali ile yüz yüze kalmış olan geniÅŸ kesimler, kentlerdeki yokluk ve yoksunlukla mücadele ediyorlar.
Bir birey kendisini ve kendisi ile birlikte toplumsal durumunu tanımlarken çeÅŸitli kıstaslar ve karşılaÅŸtırmalar kullanmak zorundadır. Eksik/geç modernleÅŸmiÅŸ Türkiye’de, geneli temsil eden bir bireyin kendisini ve kendisi ile birlikte toplumsal durumunu tanımlarken bu tanımlamalarına kocaman “sorunlar yumağı” eÅŸlik edecektir. Bir işçidir, bir memurdur, bir ev hanımıdır, bir iÅŸsizdir, bir öğrencidir, bir esnaftır, ergen bir kız ya da erkektir, bir çocuktur vb. Bu tanımlamalar hep ikincil üçüncül sıralara kaymaktadır. İşçidir ya da memurdur fakat geçinemiyordur, büyük sorunlar etrafını kuÅŸatmıştır. Onun artık toplumsal rol olarak ortaya koyabileceÄŸi birincil bir tanımlaması yoktur. Örgütlü deÄŸildir, örgütlenmeÄŸe inanmıyordur ya da örgütlenmeye korkuyordur. Ev kadınıdır; bütün hayatın yükü omuzlarındadır. Çocukların savrulmasından korkuyordur. Ebeveynlerinden ÅŸiddet gören çocuklar sevgisizlikten deÄŸil daha çok koruma içgüdüsüyle ÅŸiddet görmektedirler. Zamanın kötü olduÄŸu, kuzu-kurt anlatılarının oluÅŸturduÄŸu tedirginliÄŸin ve güvensizliÄŸin kol gezdiÄŸi tekin olmayan sokaklardan koruma saikı ön plandadır. Bu durumda en çok bel baÄŸlanılan eÄŸitim; anlamsız bir üst anlatı olmak durumunda kalıyor çoÄŸu zaman. Anlamsız, boÅŸ ve karşılığı olmayan bir takım laf kalabalıkları; duyumsanan ve algılanan tam da budur.
Kimlik krizlerinin oluÅŸturduÄŸu rol dağılımındaki patolojiler ve karmaÅŸa, kiÅŸinin kendisini tanımlaması gerekliliÄŸinin “zorundalığı” ile birleÅŸince tanımlama, farklı mahiyetlere bürünmektedir. Görülen ile yaÅŸanılanın arasındaki çeliÅŸkinin üretimleri olan psikolojik ve sosyal psikolojik etmenler, kiÅŸiyi “sahip oldukları” daha doÄŸrusu “sahip olduklarına hükmettikleri/zannettikleri” unsurlar üzerinden daha çok yıkıcı bir tanımlama faaliyetine sürüklemektedir. Özellikle post modernist tutumun mümkün kıldığı “salt görünüyor olmanın doyumu” bu tanımlama giriÅŸimlerine belirli bir meÅŸruiyet duygusu da aşılıyor. Birey, birincil tanımlamalarındaki sorunlar yumağının kendi tarafına düşen “baÅŸarısızlık/tutunamama/yırtamama” psikolojisi ile kendisine benzer bireylerle oluÅŸturduÄŸu kümelenmenin oluÅŸturduÄŸu patolojik “grup normu”, eldekine bir tahakkümü meydana getirmektedir.
Bu baÄŸlamda bir tanımlama ve ifade biçimi olarak “erkeklik” gösterisi, toplumuyla birlikte bireyin kendi yıkımına kadar gitmektedir. Özellikle futbol fanatizmi ile açıkça gözlemlenebilecek olan bu sahiplenme duygusunun patolojik yapısı, esasında kendisinin olmayan varlıklar ve anlamlar dünyasında erkeÄŸin kendisine biçmiÅŸ olduÄŸu “baÅŸrol” payesidir ve çözümlenmeyi gerekli kılan derin bir art alan taşımaktadır. Özlem ve beklentilerin oluÅŸturduÄŸu “çırak sendromu”, bu sanallaÅŸtırılmış erkeklik dünyasının toplumsal gerçeklik ile olan iliÅŸkisinin fiÅŸini çeken ise; sorunlar yumağının çözümü için gerekli iradeyi ortaya koyamayan siyasal düzenektir. Var olma biçimlerinin billurlaÅŸtığı siyasal yaÅŸama egemen olan güçlü “erkeksi” yansıma da esasında bu sanallaÅŸtırıcı unsurlardan arınmış deÄŸildir. Neticede “kiÅŸisel olan siyasaldır” ve kiÅŸi gerçek olan ile kendisini betimlemek durumunda olduÄŸu kadar toplumsal bir öznedir.
AÅŸk, erkeÄŸin kendi eksik varlığını daha doÄŸrusu sorunlar yumağında kaybolmuÅŸ kendisini bir “özne” olarak ortaya koymaÄŸa çalıştığı bir alandır. ErkeÄŸin baÅŸaramadıkları ÅŸeylerin bir rövanşı olarak gördüğü aÅŸk, bilinçaltında örselenmiÅŸ ruhunu teskin edecek bir “ÅŸefkati” arayışını da barındır. Fakat erkek sanallaÅŸtırdığı gerçeklik içinde ÅŸefkati, zaaf ile eÅŸ anlamlı olarak görmektedir. AÅŸkın bir sahiplenme duygusuna dönüşmesi, erkeÄŸin kadın üzerinde söz söyleme tekeli anlamına geliyor.
Müslüm Gürses, arabesk müziÄŸin ana teması olan “kadın” merkezli tensel aÅŸkı ÅŸarkılarında bolca kullanmış olmasına raÄŸmen, aÅŸkın bu sanallaÅŸtırıcı iddiasını, kendisinden tam yirmi üç yaÅŸ büyük Muhterem Nur ile evlenerek çürütmüştür. Müslüm Gürses Muhterem Nur ile yıllar boyu sessiz ve sıradan bir evlik hayatı yaÅŸamış, bir eÅŸ, bir anne ve bir sevgili imajını hep birlikte topluma yansıtmışlardır.
Åžehir lokallerinde kotarılan “yırtanlar meclisinin” kulaklarını tıkadığı Müslüm Gürses’in isyankâr müziÄŸine gönül verenler ile Müslüm Gürses hep birlikte olmuÅŸlar, Müslüm Gürses onları hiçbir zaman terk etmemiÅŸtir. Müslüm Gürses “nezih” mekânlarda sahne almamış, ucuz gazinoları, halk konserlerini, giriÅŸi bedava olan festivalleri tercih ederek yoksul ve yoksun kitlesini kendisinden uzaklaÅŸtırarak mahrum bırakmamıştır.
2000’li yıllarda merkez medya Müslüm Gürses’i keÅŸfetmiÅŸti. Bu keÅŸfe raÄŸmen Müslüm Gürses çizgisini ve duruÅŸunu hiç bozmamıştı. Teoman’ın züppe ve inÅŸa edilmiÅŸ ÅŸehirli olmaya çalışan nihilist “paramparça” ÅŸarkısı, esas anlamını Müslüm Gürses’te bulmuÅŸtu. “Bugün benim doÄŸum günüm/ Bir bar taburesi üzerinde babamın öldüğü yaÅŸtayım…” Bu dizeler Müslüm Gürses’in aÄŸzından döküldüğü zaman geniÅŸ yığınlar kulak kabartmıştı. Türkiye’de mühim bir sayı oluÅŸturan “genç ölümler” birçok çocuÄŸu babasız, dolaysıyla mahrum ve mahzun bırakmış olduÄŸu gerçeÄŸi sosyal bir vakıadır. Bu genç ölümlerin çoÄŸu siyasal art alana sahip ölümlerdir.
Åžov dünyasının yıllardır sömürdüğü ve sömürdükten sonra da deÄŸer veriyormuÅŸ gibi yapıp unutulmaya terk edeceÄŸi iki müstesna sanatkâr; NeÅŸet ErtaÅŸ ve Müslüm Gürses. Bozkırın yoksul ve kimsesizleri, aÅŸk ve gurbet acısından aÄŸlayacakları kucağı kaybettiler. Yırtamayanlar ve tutunamayanlar ise babalarını…
Arif Arcan
Ä°stanbul, 03.04.2013
Henüz yorum yapılmamış.